13 Ağustos 2009 Perşembe

Said Nursi'nin Türkler Hakkında Söyledikleri

Bu yazıyı okuduğunuzda Said Nursi hakkında atılan Türk Düşmanı olduğu iftiralarını daha iyi anlayacak ve Yakın Tarih bilgilerininiz gözden geçirmek isteyeceksiniz.

1)Türk milleti asırlardan beri İslamiyete hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz.

Risale-i Nur- Tarihçe-i Hayat
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=4217&a=t%FCrk

2)Evet, altı yüz sene, belki Abbasiler zamanından beri, yani bin seneden beri Kur'an-ı Hakîmin bir bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyan Türk milletini, bu vatan evlatlarını, İslamiyetten uzaklaştırmak ve mahrum bırakmak için, Müslümanlığa ait her türlü bağların koparılmasına çalışılıyor ve bilfiil de muvaffak olunuyor

Risale-i Nur/ Tarihçe-i Hayat
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=4219&a=t%FCrk

3)Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husûmette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz.

Risale-i Nur/ Divan-ı Harb-i Örfi
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=5035&a=t%FCrk

4)Benim gibi, pek ciddî bir muhabbetle Türk milletini seven ve Kur'an'ın senasına mazhariyetleri cihetiyle Türk milletini pekçok takdir eden ve altı yüz seneden beri bütün dünyaya karşı koyan ve Kur'an'ın bayraktarı olan bu millete karşı gayet şiddetli taraftar bulunan ve bin Türkün şehadetiyle, bin milliyetçi Türkçüler kadar Türk milletine bilfiil hizmet eden

Risale-i Nur/ Tarihçe-i Hayat

5)Câ-yı Dikkat Bir Hâl: Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki, küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var. Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefâhirin İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme.

Risale-i Nur/ Mektubat- 26. Mektub
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1016&a=t%FCrk

6)Din-i İslâmiyet milliyetiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur'ân'ın bayrağını cihanın cihât-ı sittesinin etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım.

Mektubat 29. Mektub
http://www.risaleara.com/oku.asp?a=t%FCrk&id=1112

7)ve binler Türk kıymettar zatların tasdikiyle, dindar, müttakî bir Türkü, lâkayt çok Kürtlere tercih eden, hattâ mahkemede Hâfız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan bir Türk kardeşini yüz Kürde değiştirmediğini ispat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen ve camiye gitmeyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle, bütün âsârıyla İslâmiyetin uhuvvetine ve Müslümanların birbirine muhabbetine çalışan ve Türk milleti Kur'ân'ın bayraktarı ve senâ-i Kur'âniyeye mazhar olduğu için o milleti çok seven ve hayatını onlar içinde geçiren bir adam hakkında, sâbık vali resmî lisanla ihanet için propaganda yapmak ve dostlarını ürkütmek için "O Kürttür, siz Türksünüz, o Şâfiîdir, siz Hanefîsiniz" deyip, herkesi ürkütüp ondan çekindirmeye çalışması

Risale-i Nur/ Şualar- 14. Şua
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1965&a=t%FCrk

8)Onlar iyi bilsinler ve titresinler ki, gürültüye pabuç bırakmıyoruz. Zira Risale-i Nur eserlerinde hak ve hakikatı görmüş, öğrenmiş ve inanmışız. Türk gençliği uyumuyor. Bu kahraman İslâm Türk milleti başka bir devletin boyunduruğu altına giremez. Fedakâr Müslüman gençliği, sahip olduğu tahkikî İmân kuvvetiyle, vatanını sattırmaz. Dindar, cengâver Türk milleti ve imanlı, cesur Türk gençliği korkmaz. Onun içindir ki, bizi insanlık seviye ve seciyesinde en yüksek mertebelere çıkaran ve her sahadaki terakkiyatımızı sağlayan ve biz gençlere din, vatan ve millet aşkını aşılayarak uğrunda bütün mevcudiyetimizi feda ettirecek hakikî bir dinperver olarak bizleri yetiştiren Risale-i Nur eserlerini okuyoruz ve okuyacağız.

Şualar- 14. Şua
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2107&a=t%FCrk

9)Hem ben bu memlekette Hulûsi, Sabri, Hafız Ali, Hüsrev, Refet, Âsım, Mustafa Çavuş, Süleyman, Lütfü, Rüşdü, Mustafa, Zekâi, Abdullah gibi yirmi-otuz Müslüman Türk gençlerini adeta yirmi-otuz bin millettaşlarıma tercih ettiğimi ve onları o otuz bin adam yerine kabul ettiğimi, bu dokuz senedeki Türkçe âsâr ile ve hizmetle göstermişim.
Evet, ben bin gafil ve âmi Kürdü, bir Türk olan Hulûsi'ye karşı tutmadığımı ve bin cahil Kürdü, birer Türk olan Âsım ve Refet'e mukabil göremediğimi ve bir genç olan Hüsrev'i bin âmi Kürtle değişmediğimi ehl-i dikkat ve benim ahvâlime muttali olanlar tasdik ettikleri halde, frengîlik namına ve ilhad hesabına, Türkçülük perdesi altında, sahtekâr bir milliyetperverlik suretinde ve hodfuruşluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki, ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğimi binler Türk şahittirler. İşte bana Kürt diyen ve itham eden, zahir hamiyetperverlik gösteren sahtekârlar, bu millete ne gibi hizmet ettiklerini göstersinler.

Risale-i Nur/ Barla Lahikası- Yirmi Altıncı Mektubun İkinci Mebhasinin Ahiridir
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3170&a=t%FCrk

10)Evet, herbiri yüze mukabil binler Türk gençleri, masumları, ihtiyarları, Risale-i Nur a şakirt olmalarından, bu acip asırda, Türk Milletinin Devlet-i Abbasiye inkırazından İslam yardımına koşmaları gibi, bu şakirtler dahi aynen koştular. Değil yalnız Said, belki bütün ehl-i hakikat tahsin eder, Türk e dost olur.

Risale-i Nur/ Emirdağ Lahikası
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3558&a=t%FCrk

11)İşte biz de, bilirkişi ismini alıp bu suikast vesikasını imza edenlere soruyoruz:
Bu millet, hâşâ, dinsiz midir? Bu millet yüzyıllar boyunca dinden ve imandan (hâşâ) mahrum bir vaziyette en sefih millet midir? Bu millet ve bu milletin parlak tarihini altınla yaldızlayan bir ecdad, bütün hayatlarını dünyaya sefahet ve dalâlet dağıtan küfür yolu üzerinde mi yürümüşler? İstanbul'u fetihle dünya hayatında yeni bir devir açan, şarka garba Kur'ân'ın bayraktarlığı vazifesiyle nur-u hidayet, ilim ve fazilet saçan, Avrupa'ya hakikî medeniyeti ders veren ve İslâmî medeniyetin ziyasıyla beşeriyeti aydınlatan ve kos koca bir tarih, onların kahramanlığıyla dolu olan Yıldırım'lar, Fatih'ler, Selim'ler ve Süleyman'lar ve onların mensup olduğu bir millet, yazdığının tamamen aksine olarak, mâneviyatı sönmüş, dinden haberi yok, İslâmiyeti neşreden başka millet, o kumandanlar başka bir milletin tarihinde, tarih yalan söylüyor, Türkler İslâmiyetin kahramanı olarak Kur'ân'ın bayraktarlığını bütün milletler üstünde bir şeref tacı olarak taşıdıkları yalandır, öyle mi?

Risale-i Nur/ Emirdağ Lahikası

12)Bin seneden beri İslâmiyetin kahraman bir ordusu ve bayraktarı olan Türk milletine âlem-i İslâmın adâvetini izâle etmek, Türkler yine eskisi gibi İslâmiyetin kahramanıdırlar kanaatini verdirmektir.

Risale-i Nur/ Emirdağ Lahikası
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3835&a=t%FCrk

13)İslamiyetin kahraman ordusu olan Türkler...

Risale-i Nur/ Tarihçe-i Hayat
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=4166&a=t%FCrk

14)Şark isyanında Şeyh Said ve askerleri Üstadımız Bediüzzaman'ı Şarktaki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettiği zaman cevaben demiş: öYaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüz binlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakar İslam müdafiilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem, diye hem cevab-ı red vermiş hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.

Risale-i nur/Beyanat ve Tenvireler
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=5722&a=t%FCrk

Bir dahaki yazıda Said Nursi'nin Türklere hizmeti ve Türkleri hangi tehlikeler karşısında uyardığını öğreneceğiz, inşaallah.

Üstad'ın Türkler Hakkında Söyledikleri

Suâl: "Şu hükûmet ve Türkler nasıl olsalar, biz rahat edemiyoruz, yükselemiyoruz. Başımızı kaldırıp onların üzerinden âleme temâşâ etmek ve ellerimizi onlarla beraber sâfi suya uzatmak, kendimizi de bir kavim olduğumuzu göstermek nâsıldır? Zîrâ hükûmet ve İstanbul daha bulanıktır."

1911'de Kürd aşiretleri Said Nursi'ye bu soruyu sormuşlar. Cevaben şöye demiş.

Cevap: Meşrutiyet(Demokrasi ve Cumhuriyet) hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı âmmenizin (genele ait fikirimizin) misâl-i mücessemi olan mebusân(milletvekilleri) hâkimdir; hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır. Öyle ise kendinizden teşekkî ediniz(şikayet ediniz); her kabahati hükûmet ve Türklere atmakla çok aldanırsınız.

Böylece uzunce bir cevab veriyor ve cevabın sonuda şu manidar cümleyi serd ediyor: Eğer siz insan olsanız, hükûmet ve İstanbul ve Türkler nasıl olsalar olsunlar, size fenalıkları dokunmaz, fakat iyilikleri gelir.

Aynı münazarada Kürdler Said Nursi'den açık konuşmasını isteyince şöyle demiştir: Emin olunuz, biz Kürdler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız(sosyal hayatımız) Türklerin hayat ve saadetinden neş'et eder(doğar).
Yani Kürdleri uyararak diyor "mutlu olmak istiyorsanız Türklerin mutluluğu ve devamı için çalışınız"

Evet bu sözler Türk ve Kürdlerin zındıklar tarafından birbirine karşı kışkırtılmaya başlandığı döneme tesadüf eder. 1911'de Meşrutiyeti Kürdelere anlatmak için dağ dağ gezen Said Nursi o dönemdeki siyasi ve içtimai olayları çok iyi tahlil ederek Kürdleri uyarır. Onlara ders verir ve Türk ile ittifaka mecbur olduklarını anlatır. Bölücülük yapmamaları için uyarır. Bunun neticesinde isyana hazır pek çok Kürd niyetinden vazgeçer. Kardeş kanına sebep olacak Kürd- türk savaşı engellenmiş olur. Daha ilerde münferid bazı Kürdlerin ayaklanmları haricinde Said Nursi yaşadığı sürece Kürdler Türkiyeye kalkışmaz.
Bu konuşmları 1911 'de yazılan Münazarat Risalesinde bulabilirsiniz.
Devam edeceğiz inşaallah.

11 Ağustos 2009 Salı

Siyaseti Tedavi Etmek

Bir hastalıkta, bir problemde üç mertebe vardır. Birincisi, problemi görmek. İkincisi, teşhis koymak. Üçüncüsü tedavidir.
Ekseri olarak aydınlarımız problemi gösterir ve teşhis koyar. Lakin, tedavisi için lazım ilacı gösteren çok azdır.Teşhis tek başına tedavi unsuru olmadığı için tedavi mümkün olmaz ve problem büyür. İşte memleketimizde yığılan problemlerin temel sebebi bu küçük kaidenin usulüne uygun istimal edilmemesindedir.

Mesela, umum memleketimizin siyasi yapısından memnun değildir. Bu siyasi yapı münakaşaya, ayrılığa sebeb olmaktadır. İşte problemi gördük.

Peki, siyasi yapının mahiyeti nasıldır ki münakaşaya ve ayrılığa sebeb oluyor? Teşhis koyalım.
Birinci teşhis:
Bir bahçe düşünün, umum halk içine davet ediliyoruz. Bahçeden istifade hürriyeti veriliyor. Lakin,bahçeye bir zarar olur endişesi ile halk daima baskıya maruz bırakılıyor. Böyle yapmak acaba biçare halka bir eziyet olmaz mı? Biçareleri ateşe atmak için bir plan değil midir?
İşte, o bahçe hürriyet ve demokrasi ve laiklik manasında Cumhuriyettir. Herkez Cumhuriyete yemin ediyor. Ancak kendi muhalefet etse yemin kefareti lazım olmaz mı? Yani, halka deniliyor, dilediğin gibi hür yaşa. İbadet ve inanç özgürlüğüne sahipsin. Sonra çıkıp diyorlar "Ama, inancın böyle böyle olsun." Hatta bir kısmı ileri gidiyor "senin inancında başörtüsü yoktur. Madem sen başörtüsü takıyorsun, demek niyetin Cumhuriyeti yıkmaktır." Hatta bir kısmı daha ileri gidip " sen inancını özgürce yaşmak istemekle aslında bizim hürriyetimize vurumak niyetindesin", Buna Cumhuriyet denir mi? Peki, böyle yapanlar ettikleri ve kendileri bozdukları Cumhuriyet yeminine kefaret vermesi gerekmez mi?

İkinci teşhis ise şöyle olmak lazımdır:

Umum halk Cumhuriyet bahçesine davet ediliyor. Dilediği gibi istifade etmesi ve dilediğince yaşaması vaad ediliyor. Biçare halk inanarak bahçeye giriyor. Bahçede kıstırılan halka deniyor ki; işte sana dört kişi, işte sana ölçü; bunlardan birini seç.
Halkın seçeceği kişileri seçmek nasıl Cumhuriyet olur?

İşte o dört kişiden kasıt şudur.
Halkçılar
Milliyetçiler
Siyasal İslamcılar
Demokratlar

Sen hangisini seçsen o baskıcıların istediğini seçmiş oluyorsun. Ki onlar kendi bir kuruş çıkarları için halkın bin lira zararına razı oluyorlar. Halkın iktidara getirdiği hangi parti olsa onlara ait olduğu için iktidar hep onlardadır.
Peki bunu nasıl sağlıyorlar? Halka kendi ölçülerini vererek. Bunun için her iktidarları kendi medyasını kuruyor. Böylece halk oy verirken yine o müstebit zalimlerin istediğini seçmiş oluyor.
Peki verdikleri ölçü nedir? Teşhisini koyalım.
Ölçü, halkın değerlerini siyasete emanet ettirmektir.. Mesela, halka din duygularını ve dini hamiyetini din adına ortaya atılan Siyasal İslam paritlerine emanet etirliyor. Diğer tarafa yine halkın değeri olan Türk ve Kürd'ü siyasetine alet eden Milliyetçi partiler ve yine halkın değerinden olan Atatürk gibi şahsiyetleri siyasete alet eden partiler konuluyor. Siyasi tarafgirlik ve çekişme ile halk her partinin savunduğu değer kendisine ait iken düşman oluyor.
Hal böyle olunca, iktidara hangi parti gelse diğer halk değerini savuna parti taraftarlarını kışkırtmakla bir kaos, bir münakaşa ortamı oluşturuyor. İşte bundan beselenen kendilerinin bahçenin sahibi ilan eden o müstebitlerdir.
Peki bundan zarar gören kimdir? Halk ve değerleridir. Şöyle bir bakın: Dine en çok zarar din adına çıkan partilerce olmuştur. Erbakan hiç yoktan "benim başörtülü kızım üniversiteye girince rektör ayağa kalkacak" demese idi yasak olur muydu? Peki o sözü ona dedirten, sipariş eden kimdi? Yasağı başlatanlar kimdi? Hep o kendini cumhuriyet bahçesinin sahibi ilan eden değil mi?
Peki, Türk'e en çok zarar veren Kürdçü partiler mi yoksa Türkçü partiler mi? Kürde en çok zarar veren Türkçü partiler mi, Kürtçü partiler mi? Kendini bahçe sahiplerine teslim eden halkçı parti zihnyeti Atatürk'ü halkın değerlerine düşman gibi göstermekle ne yapmak ister? Atatürk'ü halka düşman edeceğini bile bile niye böyle hareket eder?

Bir husus daha varki şöyledir: Denecek ki, ama her iktidara gelen kendi adamları ile kadrolaşıyor. Hem madem her parti aynıdır niye kendi yandaşlarını iktidar partisine karşı kışkırtıyor.

Tek cevap vardır: Kendi kurdukları sistemin devamı için bu onlarca farzdır.

Daha pek çok teşhis konulabilir. Kısa keselim. Tedaviye geçelim.

Peki tedavi nasıl olacak? Reçetesi nasıldır?

Madem kendini Cumhuriyet Bahçesinin sahibi ilan edenler halkın değerlerini siyasete alet ettirmekle halka kendi ölçülerini dayatmakla, kendi istediği gibi idare ediyor ve madem gücünü halktan alıyorlar o gücü kesmek lazım. O gücü kesmek filan partinin iktidarda olmasını sağlamak ile olmaz. Çünkü, öyle bir sistem kurmuşlar ki hangi parti iktidar olsalar bu sistem içinde onların kölesi olacaklar. Kişilerin hiç bir zaman önemi olmamıştır. Kim gelse ya onlara hizmetkar olacak yada muhalefete düşecek , belki ölüdürlecek.
O zaman yapılacak şey halka siyasetin ne demek olduğunu anlatmak ve kendi değerlerini siyasetçilerin elinden kurtarıp kendi sahiplendirmektir.

Köylünün malı koyundur. Acaba köylüler bir çoban tutup en değerli malı olan koyunu ona teslim etse mi daha iyidir, yoksa her biri çoban olup sürünün başına geçse mi daha iyidir? İşte bizim değerli malımız dinimizdir, ırkımızdır, Atatürktür vesairedir. O zaman her birimiz her bir değerimize sahip çıkacağız. Değerlerimiz siyasetçilrin elinde oyuncak olmadığı için her fikir,ideoloji, inanç, ırk sahibi kendini güvende hissedecek ve kendi gibi inanmayana bir hürriyet verdiği takdirde o hürriyetin kendi inancına tecavüze sebeb olacağını düşünmeyeceketir. Zira, hür olan başkasının hürriyyetine ilişmez. Siyasiyunlarca tehlikede diye kışkırtılmayan hürriyet hiç kimseye zarar vermez.
Diğer bir husus şudur: Halka siyasetin dünya işlerini düzenleme sanatı olduğunu izah etmektir. Böylece siyasetçiden ne isteyeceğini bilir.
Bakınız, seçimlerde Erdoğandan istediler ki Baykala ağzının payını versin. Baykaldan da aynısını istediler. Halkın istediğini yaptılar. Hiç bir vaad ve icraat yapmadan kim daha iyi ağız payı verdi ise ona oy verdi.
Peki oy veren dedi mi? Ben senden ekonomi politikası geliştirmeni istiyorum, tarım sorunlarını çöz, turizmi canlandır, asayişi sağla.... Hayır hiç kimse böyle istemedi.
Elbette iktidarda olan iktidarını korumak için halk ne istiyorsa onu yaptı. Kömür dağıttı, para dağıttı, Baykala ağzının payını verdi.
Evet tedavi budur: Halk kendi değerlerini siyasiyunların elinden alıp kendi sahip çıkacak, böylece değerlere siyaset karışmadığı için tarafgirlik olmayacak. Tarafgirlik olmadığı vakit halk kendi fikrinin, inancının, ideolojisinin, milletinin, adamının tehlikede olduğunu düşünmeyecek, çatışma çıkmayacak.
Hem halk siyasetçilerin dünya işlerini düzenlemek için seçilmiş hizmetkarları olduğunu bilecek ve onlardan politika geliştirmelerini isteyecek.

Böylece o müstebitlerin halktan aldıkları gücü kesilecek.
devam ederiz inşaallah

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Kıyametin Kopmasına Sebep Olmayınız!

Kıyamet neden kopacak? Bu suale cevap verecek olsanız ne derdiniz?
Şöyle diyeceksiniz: Deccal gelecek, dünyayı fitne ve fesata boğacak, insanlar yoldan çıkacak ve bu sebeble kıyamet kopacak.

Evet, doğru. Lakin, eksik.
Kıyamet deccalin fitnesi ile umum insanın günaha ve isyana ve şirke ve hatta küfre girmesi ile kopmayacak. Deccalin fitnesiden doğan günah, isyan, şirk ve küfrün Müslümanlarca normal karşılanır olması ve hatta taklid edilmesi sebebi ile yoldan çıkması ile kopacak.

İşte, bakınız bir ayyaş sokakta içki içiyor. Müslümanlar ise bu hale tepkisiz. Normal karşılıyor.
Resmi kumar ile aileler sönüyor, ocaklar kararıyor, Müslümanlar tepkisiz.

Televiziyonlarda her türlü sapıklık normal gösteriliyor. Müslüman onu seyrederek diyor "Aman, n'olacak alt tarafı film."

İslam'ın değerlerine saldırılıyor, alay ediyor, Müslümanlar bunu seyredip gülüyor.

Aynı partiyi tutuğumuz kişi, muarız olduğu diğer partiye tepkisi dine saldırarak gösteriyor. Müslüman, diğer partiye kini sebebi ile , o partiye vurmak bahanesi ile partisince ve partililerce İslam'a saldırılmasına göz yumuyor.

Bakınız, bir hanım boynunu ve göğsünü açık eden bir t-short giyiyor, tepki olmaması bir tarafa, dindar olanlar dahi taklide başlamış.
Geçen gün gördüm; oldukça dindar ve ehl-i tarik bir hanım halı yıkıyor ve aynı ehl-i dünya hanımlar gibi göğsünü ve boynunu açık etmiş. Başı ise hala bağlı. Çok üzücü.
Açık saçıklık normal karşılanır olmuş Hayret, Allah bu asırda hükmünü mü değiştirdi? Kadına emredilen tesettür artık iptal mi oldu. Vahiy mi geldi?

Hanımlar kapı önünü süpürürken eskide buna özel kıyafet giyilirdi. Şimdi göğsünü açık eden kıyafet giyiyor ve eğildiği vakit eli ile kapatmaya dahi tenezzül etmiyor. Adete diyorlar "normal bir şey, artık herkez yapıyor" Hatta, fıtratına muhalefet ederek bakışlardan rahatsız olmak yerinde hoşuna geliyor.

Medya adeta onlara demiş "evladınızın süt emdiği memeniz gözükmesin, göğüs normal."
Bu nasıl bir dalalet?
Kadını yuvlarrından çıkarma komiteleri kadının fıtratına derce edilen güzelliğini gösterme arzusunu tahrik ederek, bütün bütün soydu. Müslümanlar ise bu fitne ile mücadeleye mükellefken, fitne içine severek ve istiyerek giriyor.
Bu nasıl bir Müslümanlıktır.

Malesef görülüyor ki en dindar olan cenahlar bile bu dalalet rüzgarına kapılmış, imanın en düşük mertebesi olan "Allah için buğz etme" dahi ortadan kalkmış.

İslam taraf olmaktır. İslam tarafında olamayanlara sözüm yok. Lakin, Müslümanlar şunu bilmelidir ki; bu dünyanın yaratılma sebebi Mü'min Müslümanlardır. Ayakta tutulma sebebi de onlardır. Sizler, ehl-i dünyayı taklid ettikçe İslam'dan uzaklaşırsınız. Nasıl ki, bir elektirikli süpürge artık vazifesini ifa etmediği vakit, kırılıp çöpe atılır, siz vazifenizi ihmal etseniz, dünya Allah'ın gayesinin dışına çıktığı için başınızla beraber kırılır.

Allah dünya imtihangahını Hizbullah ile Hizbüşşeytan arasında bir mübareze ve mücahede kapısı olarak yarattı. Demek iki asker var, ya Allah'ın askeri, yani Müslüman olursunuz, ya şeytanın askeri olursunuz.

Tercihinizi yapınız. Kıyametin kopmasına sebeb olursanız hesabını veremeyeceksiniz. Hem evlatlarınızı, hem kendinizi; hem dünyanızı, hem ahiretinizi ateşe atmayınız.