20 Ekim 2010 Çarşamba

Özal Su-i Kastı

Meselelere İslam'i dürbün ile bakmayı öğrenemedikçe zafar bize verilmeyecektir.

Bir de siyasi dürbünle bakmaya devam ettikçe değil zafer musibetleri paratoner gibi çekmeye devam edeceğiz.

Şu Özal'ın su-i kast meselesi:

Özal dindar bir şahsiyetti.

Oyunu kuralına göre oynamak istedi. Tıpkı Menderes gibi, şimdi Erdoğan gibi.

Zalime yaranacaklarını zannettiler. Zalime boyun eğiyormuş gibi yapmak ile merhamete geleceklerini zannettiler, onları kandırırız umdular.

Yanıldılar. Kader-i İlahinin tokadına mazhar oldular.

Evet, zahirde o siyasetin kaideleri ile hareket etmekte bir zafer var gibi gözüküyor. Ama geçici olduğu çok kez ıspat edildi.

Menderes idam edildi. Özal öldürüldü. Demirel ve Erbakan rezil oldular.

Hakiki zafer, hakkı hak bilip ona ulaşma gayretidir.

Mesela, AKP başörtüsünü bir hak olarak kabul edip , siyasi endişeye girmeden Bakara suresi 207'deki gibi fedakarca hareket etse, zalimlerin nefretini kazanacak, Allah'ın merhametine nail olacak?

Hak yola baş koyduğu için iktidarı elinde kalacak. Katledilseler şehit olacaklar. Yoksa hem iktidarları gidecek hem -ihtimal-canları beyhude sona erecek.

Müslüman ders alandır.

Hala Deccalin kaideleri ile oynamak, aynı delikten defalarca ısırılmak Müslümanın şenni değildir.

Şu medyada yazıları çıkan bazıları gibi, meselelere deccale ait siyasi dürbünden bakmak ve baktırmak, İslam'a büyük cinayettir.

Dikkat elzemdir

****

Bakın şu Müslümanlara meselelere siyasi dürbün ile baktıranlara. Nasıl azim cinayet işliyorlar?

Güya, diyorlar; "Siyaset bildiğiniz gibi bir şey değil. Sizin istediğiniz gibi hareket etseler böyle olacak, şöyle olacak"

Böylece Müslümanları istemekten soğutuyor ve korkutuyorlar.

Çünkü, siyasi dürbünle bakınca gerçekten bazı istediklerimiz var ki, hükümetleri zor duruma sokuyor.

Ama, şu var: hükümet istediklerimizi ifa etmeyecekse, niye hükümetimiz diyeceğiz? İstediğimiz bir şey "bizi yok ederler" diyerek sineye çektireceklerse emekli olsunlar.

Niye biz fedakarlık yapıyoruz? Niye bizden fedakarlık yapmamız isteniyor? Siyaset fedakar olsun?

Bizim için gerek olsa perişan olsunlar. niye biz onların iktidarı için perişan oluyoruz?

Eğer, birileri sizden "şunu isterseniz filan partiye böyle olur" diyorsa, onnla muhattab olmayınız. O ya düşmandır ya cahil. Her ikisinden yüz çevrilmelidir.

hiç kimse halkın istediği bir şeyde "bekara karı boşamak kolay" demek hakkı yoktur.

Böyle diyen ya korkaktır ya kendi çıkarları için halkın kendini feda etmesini istiyor.

Bakara Suresi 207'deki gibi kendini halk için feda edecek hükümetler isteyin.

Bakara suresi 204-205'deki gibi kendisini bizden gösterip, bir iş başına gelince sadece kendini düşünen hükümetlerden buğz edin.

Mesela, onlara deyin: "Biz başörtüsü yasağını kaldırmanı istiyoruz. bunu nasıl yapacaksan yap. Kendini mi feda edersin, yoksa kurnaz bir politika mı güdersiz bizi ilgilendirmez? Biz meseleyi çözmen için -siyaset içinde- yaptıklarına değil neticeye bakıyoruz. "

Göreceksiniz, hükümetin işi kolaylaşacak.

Muhabbetle

6 Eylül 2010 Pazartesi

Bir Kısım Dindar Medya Dinsizliğe Zemin Hazırlıyor

Dindar dinsizliğe nasıl zemin hazırlayabilir ki? Üst başlığın yeterince ve doğru anlaşılması için, Bediüzzaman Hazretlerinin 1940’lı yılların başında talebelerine gönderdiği mektubu Kastamonu Lâhikası sayfa 34- 35’ten (Almanya baskısı) mutlaka okumanız gerekiyor. Kastamonu’daki talebelerinden Emin ile Feyzi’nin suallerine verdiği cevapta “Evet, bu zamanda merakla radyo vasıtasıyla ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır; ya aklını dağıtır, manevî bir divane olur; ya kalbini dağıtır, manevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır manevî bir ecnebi olur” diyorlar. Bu mektup fevkalâde merakaver ve mantıkî üslûpla cevabı genişletiyor. Çok çarpıcı bir paragrafını birlikte okuyalım:

“Evet, harici siyaset memurları ve erkân-ı harbler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesaili basit fikirli ve idare-i ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmekle dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merakla onlara göre malayani ve lüzumsuz mesail-i siyasiyeyi radyoyla ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki, ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.”

Kanaatimizce bütün zamanları kapsayan bu mektubun günümüzdeki yansıması çok ilginçtir. Perişan halimizle, viraneye dönmüş evlerimizle ve mantıkla alâkası kalmamış zihnî meşguliyetlerimizle öyle örtüşüyor ki…

Bundan 20-30 sene önce dindarların ikramlarla arası iyi değildi. Dijital medya bu denli yaygınlaşmamıştı. Nisbeten mübarek zamanların ruhları dindarlarca incitilmiyordu. Semadaki rahmet bulutlarını tedai ettirircesine şehirlerimizde yer yer rahmete açılan mekânlar vardı. Günahlardan korunmuş ve sekinet isteyenleri bağrına basacak mekânlar. Dindarların askerî darbelerin arkasına sığınmış nifak tuzaklarını, toplumu ifsad projelerini ve millî olan herşeyi tahrip stratejisini zamanında görememeleri bugünkü dehşetli neticeyi ortaya koydu. Yani Allah’ı, ahireti güzel ahlâkı mükemmel insan olan Efendimizin sünnetini dindarlar konuşmaktan çocuklarına ders vermekten ve çevreleriyle bu çerçevede bir işbirliğine gitmekten maalesef koptular. Kendilerini hiç ilgilendirmeyen, fayda veya zarara neden olmayan global hadiselerle zihin ve kalplerini dolduran dindarlarımızda Allah'ı tefekküre, güzel ahlâkı derlemeye ve birinci derecede kendisini ilgilendiren ailesiyle ilgilenmeye maalesef dindar medyanın borazanlığını yaptığı boş işler engel oluyor.

Batı felsefesinin Kemalizmin yardımıyla yerle bir ettiği gelenek, millî kültür ve temel ahlâkın yerine koyacağımız bilgileri prensipleri ve telkinleri artık ‘dinsiz felsefe' ekranlardan yüzümüze haykırıyor. Henüz kelimeleri tam telâffuz edemeyen bebeklerden kabre iyice yaklaşmış büyüklerimize kadar ailenin odaklandığı ekranlar ve ekranların idare ettiği hane ve sokaklarda elbetteki dini bütün insanlar yetişmeyecek. Bilâkis sefahate kapılmış, zihni çöp sepetine dönmüş medeniyetin davranışlarından uzaklaşmış yalnızca nefsini düşünen ve aile mefhumunu anlamaktan çok uzak yetişen nesiller dindarlıktan ziyade dinsizliğe yakın değiller mi?

Kendi siyasî çıkarını din, millî menfaat ve dâvâ yerine koymuş politikacıların rüşvetleriyle çalışan ekranların bu ülkeye verdiği büyük zararı ancak hipnotize olmamış beyinler anlayabilirler. Ülkeyi futbol arenasına çeviren bu dehşetli tutum ve davranış millî aileyle birlikte ülkemizi çöküntüye sürüklüyor kanaatindeyiz. Vitrinlere konulmuş içi boş bazı dinî figür ve hareketlerle millet Allah’a imandan, ahiretini düşünmekten ve peygamberini tanımaktan öyle uzaklaştırılıyor ki dindarların elleriyle bu denli zarar verilişine belki ilk defa şahid oluyoruz. Dindarların ilâhî bir ikazı beklemeksizin silkinmeleri gerekmiyor mu? Hakikî vazifelerine dönüp, ‘dünyevîleşme belâsından’ kurtulmaları gerekiyor. Ensemizde bizi takip eden ecele yakalanmadan rotayı düzeltmek gerekiyor. Daha doğrusu, bazı dindarlar artık hakikî dindar olmaya yönelmeli ve dinsizlik ve sefahatle ciddî bir mücadeleye girişmelidirler. Yeni Asya- Şükrü Bulut

4 Eylül 2010 Cumartesi

Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun(!)

Türkler İslam'ın kahraman ordusudur. Değerini ve şerefi İslamiyetin Ordusu olmakla kazanmış... Siz eğer Türk'e başka bir makam verseniz değeri sukut edecektir, düşecektir. İşte Türklük adına ırkçılık edenlerin ne kadar azim bir cinayet içinde olduklarını bir temsil ile izah edelim.

Bir makinanın çarkı ancak o makinaya çark olmakla bir değer kazanır ve o makinanın çarkı olmakla değerini korur. Makinanın sair unsurları dahi öyledir.

Eğer o makinanın bir parçası vazifesini aksatsa veya istifa etse veya diğer parçaların hukununa kibir ile tecavüz etse kovulacaktır ve maddesi kadar bir değere sukut edecektir.

Yada makinanın o çarkı, makina yerinde geçmek istese veyahut bağımsızlığını ilan etse veyahut makinanın en değerli ve üstün parçası olmak dava etse, tüm işleyişi bozacak ve makinenin sahibi tarafından huzurdan kovulacak, belki yerine başka bir çark tedarik edilecektir. Kovulan o çark dahi vazifesiz kalmakla hiçliğe düşecektir, değeri yok olacaktır.

İşte, temsilde yazılan o makina İslamiyettir. O makinanın çarkı Kahraman Türk ordusudur. Makinanın diğer unsurları her biri İslamiyet ile bir ve aynı olmuş Arap, Kürt gibi sair ırklardır. İşte Türkler ve her ırk o İslamiyetin bir parçası olmak ile değer kazanmıştır.

Eğer Kahraman Türk ordusu o İslamiyet içindeki vazifesini aksatsa ve istifa etse veya diğer ırkların hukukuna kibir ile tecavüz etse değeri sukut edecektir.

Evet, ırkçılar İslamiyet makinasının bir çarkı olan Kahrman Türk Ordusunu o makina çarkı olmak vazifesinden almak istiyorlar. Veyahut Türkleri İslamiyet makinasının çarkı iken makine yerinde geçirmek istiyorlar, yani İslam yerinde Türklük dava ediyorlar,Türklük makinası icad etme davasındalar. Hatta bir kısımı ileri gidip fabrikayı ve hatta sahibini dahi kabul etmiyorlar. Yani, İslamiyeti bütün bütün red ediyor, ve Şaman dinine özlem duyuyorlar. Böylece, fabrikanın devamının ve vucudunun kaynağı o emsalsiz makinenin ayakta durmasına ve çalışmasına ve üretmesine sedmeler vuruluyor. Fabrikanın nizamını bozuyorlar. Hem Türkleri o mukaddes vazifesinden istifa ettirip manasız ve tüm ırkların düşmanlıklarına sebep olacak bir vazife kendilerine hayal ederek Türk ırkına azim cinayetler işliyorlar. Bir kaç manasız dosta bedel, hadsiz mübarek dostları terk ediyorlar.

Nasıl ki bir makinanın unsurlarının her bir parçası, o unsurun , çarkın vazifesini yerine getirmekle ile yüce bir değer kazanır, dedik. Aynen öyle her bir Türk, Kürt, Arap İslamiyet makinasının bir unsuru, çarkı, parçası olmakla her bir ferdin hadsiz değer kazanmasına vesile olur. Eğer her bir unsur, yani ırk o makineden istifa edip kendini makina olmak dava etse, yani İslam yerinde kendi ırkını koysa, her bir ferdi ile beraber o unsurun değeri dahi sukut eder. Maddesi kadar değeri olur.


İşte birileri İslamiyet Makinasını terk edip Türklük makinası dava ederek ve sair unsurları dahi İslamiyet makinasınadan istifa ettirmekle Türklük makinasına dahil etmek istese ne kadar büyük bir cinayet olur anlarsın. Zira, insaniyet-i kübra İslamiyettir. İslamiyete dahil olan ırkları insaniyet-i kübradan sukut ettirmek, esfele-i safiline atmaktır. Keza kainatın ruhu olan İslamiyet makinasının sahibi bu azim cinayeti sebebi ile insanların başına kıyamet koparmak ile cezalandıracaktır.

Hem, bir Müslüman ecnebiye benzeyemez. Ecnebi dinini terk etse, kemale ereceği bir başka yola dahil olabiliyor ve bulabilir. Ancak, bir Müslüman kemalatını Muhammed Arabi(a.s.v) ve O’nun(a.s.v) getirdiği din-i İslamiyetten aldığı için, o yoldan çıksa daha başka bir yolda kemale eremez. Zira en yüksek ve en değerli yoldan başka bir yol değerini düşürmektir. Vicdanlar bunu red edecektir.

İşte Varlığını Türk varlığına armağan etmek cümlesinin manasını yazıyı okuyan anlasın.

Kısa kesmek icab etti.